17 Temmuz 2011 Pazar

Kıskanç!



Ne mikrop bir insanım ben, nasıl hadut bir tipim ah bir bilseniz..

Geçen haftasonu sağlam bir kaçamak yaparak pek sevdiğim bir çocukluk arkadaşımın evine kaçtım. Giderken ev hediyesi olarak ne alsam diye epey düşündükten sonra pek şık bulduğum ferforje bir mumluğu çok içime sinerek paketlettim.

Mumluk çok beğenildi, yere göğe sığdırılamadı, övgünün zirvesine çıktı tabii :) 

Ve bu satırları yazan mikrop şahsiyet ben, kendi ellerimle aldığım hediyeyi kıskandım resmen! Valla kıskandım :)  Üstelik hemen gidip aynından bir tane de kendime aldım. Yaktım bir güzel balkonumda, şimdi mum ışığında romantik romantik yazıyorum size :))

Hem de çok yakıştı balkonuma, pek mesudum... Hayat küçük mutluluklardan ibaret değil mi zaten  ;)

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Yandım Allahhh

                                 


Mefisto mimlemiş beni, görünce pek sevindim. Hele bu tuhaf ruh haliyle, aklıma ancak acılı arabesk kıvamında konulardan başka şey gelmediğinden hemen atladım üstüne haliylen :)

Mim konumuz şöyle; "evinde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsan neyi kurtarırsın?"

Düşündüm, taşındım, kaşındım, çıldırdım... Bir tek şeyi kurtarmak zorunda olmak nasıl azap verdi bana bilemezsiniz. Offff yani, tükendim. Arabeske doğru tam gaz dalmak üzereyim gene :))

En sonunda aklıma "neyi kaybedersem yerine koyamam ve kahrolurum?" sorusu geldi ve anında karar verdim: Babaannemin yüzüğünü almadan hayatta çıkmam o evden!

Babaannem ve dedem o kadar mutlu bir ömür sürdüler ki yıllarca ağzımız bir karış açık seyrettik onların büyük aşkını. Birkaç yıl önce dedemi kaybettiğimizden beri babaannem, dedemin yüzüğünü takmaya başladı ve kendi nikah yüzüğünü bana verdi. Verirken de "aşkın hep yanıbaşımda olmasını" diledi. İşte o yüzük olmadan çıkmam o yanan evden... Hepsi bu :)


Fazla romantiğim bu aralar, salak salak dolanıyorum ortalıkta. Yüreğim biraz fazlaca çırpınmakta :) Geçmişte kalan bir aşk yine alevleniyor sanki, hayırdır inşallah ;)


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Elma dersem çık

Eyyy YAZ, geldin mi?

Geldiysen bize de uğra! Üşüyorum be yaaa!!!
Sar sarmala beni biraz, kemiklerim ısınsın. Güneşle kucaklaşmayalı nice oldu, el insaf..

Elma
Elmaaa
Elmaaaaaa!!!

20 Haziran 2011 Pazartesi

Müjdeler olsun dostlar...

Şükürler olsun, memleket insanına 70 gündür çektirilen NihatDoğan eziyetinin bitmesine sadece yarım saat kalmış. Ooooh yeeahh!

Hayatımda bir kez bile türkü söylerken dinlemediğim, ne iş yapar onu bile bilmediğim, sadece aşağı! mahallenin Seda ablasının kollarına aldığını duyduktan sonra varlığını farkettiğim şu ND, tüketti tüm sabrımı.

"Survivor bizim namusumuz, biz halka karşı sorumluyuz" dedi adam yaaa, şaka gibi! Ölücem en sonunda o olacak.

Sıklıkla kullandığım "Lakin" kelimesinden bile bulanır oldum, adam içimi dışıma çıkardı.

Umarım kazanıp, orda burda bundan sonra da karşımıza çıkmaya kalkmaz. Ben derim ki Derya kazansın, efendi efendi susmaya devam etsin. Ne sabır varmış o çocukcağızda da, takdir ediyorum valla. Taş olsa çatlardı, adam gık demedi. Helal...

Taner konusuna hiç girmeyeceğim. Kesinlikle bilimsel bir heyet tarafından incelenmeli diye düşünmekteyim. Kürsü kursunlar hatta Taner hakkında. O kadar yani  :)))

İzleyelim bakalım, kim kazanacak......

Arızadan Arızaya

Öyle bir ilişki yaşıyoruz ki filmini çeksen komedinin önde gideni olur.

Koskoca insanlarız bir kere; işlerinde bir yere gelmiş, hayatlarını kurmuş, hatalar yapmış, dersler almış, düşmüş gene kalkıp devam etmiş, bazen kaçmış bazen yapışıp kalmış, dostlar edinmiş, dostlar yitirmiş, gülmüş, ağlamış, dibine inmiş, zirvesine çıkmış iki insandan bahsediyorum.

Gel gör ki bu iki koskoca insan, bir araya geldiklerinde, bebeğin önde gideni olup, iki satırlık ilişkiyi yüzlerine gözlerine bulaştırıp, kendilerine hayatı cehennem haline getirmeyi de başarıyorlar.

Diğer tarafından bakınca da şuna şaşırmamak elde değil, bünyeleri bu kadar bambaşka olup da bu kadar duyguyla dolu olmak nasıl mümkün oluyor acaba? Birbirinin dibinden öteye gitmemek için direnirken, uzaklaşmak ihtiyacında olmak da ayrı eğlenceli hani!

Ben ilgi seviyorum kardeşim, ısrar istiyorum, ikna edilmek istiyorum. Ya öbürü? Israr etmeyi, ilgi göstermeyi, istediğini belli etmeyi beceremiyor!

Örnek diyalog şu;

O:  Canım, bende kalalım bu haftasonu.
Ben:  Evde çok işim var amaaaa...  :(
O: Tamam, peki. Sen bilirsin...   :(

Nasıl yaaa ? Nereden çıktı bu "tamam peki"? "Boşver işi, benden önemli mi" de bir kere, bak bakalım ne kadar hazırım kandırılmaya. Sinir oluyorum bu duruma artık iyiden iyiye. İş sarpa sarıp ben tam gaz arızaya geçince, bakıyor başka çare yok, oturup anlatıyor bana uzun uzun; "ben başaramıyorum" diyor, "ne kıymet verdiğimi ne de ne kadar çok istediğimi ifade edemiyorum. İstemesem zaten bahis dahi etmiyorum, ama birşey söylediysem tam kalbimden söylüyorum" diyor. İki gün bu açıklama ile adam olup, üçüncü gün gene maması az gelmiş bebeler kıvamında arızaya geçiyorum.

Yorduk yeminle birbirimizi. Hem de ne yormak. Bensiz olamıyor ama istediğimi de vermiyor, onun bu duruşunu da ben sevemiyorum. Ama ayrı da duramıyorum. Bazen aşkla dolup taşıyor, bir taraftan sıkayım şunun gırtlağını olup bitsin diye pis pis ortam kolluyorken buluyorum kendimi.

Az kaldı, üçüncü sayfa haberi olucaz, sizler de okuyup "Amannn, bu kadın bu yapacağını zamanında bize dediydi" diyeceksiniz. En azından diğer duygusunu ifade edemeyenlere ibret olur da başka kardeşlerimin işine yarar diye koyuyorum yazıya noktayı.

Öğlen olmuş bile, bana müsade, makyaj tazelenecek, öğle yemeği ketum sevgiliyle birlikte yenecek ;)

16 Haziran 2011 Perşembe

Ya çıkarsa?

Bir kadın, saçlarını savura savura, yaz güneşi altında, upuzun ve bomboş kumsalda yürürken, ileride kumların arasında birşeyin parladığını farkeder. Merakla adımlarını hızlandırır. Parlayan şeyin başına geldiğinde, sıcak kumların üstüne diz çöker ve elleriyle kum taneciklerini sağa sola çekerek kumun içinde yatan şeyin ne olduğunu görmeye çalışır.

Kumdan arıtıp eline aldığında o parlayan şeyin eski bir lamba olduğunu görür, heyecan ve aklından geçen bir dolu acaba ile sağını solunu kurcalamaya başlar lambanın. Derken beklenen olur ve lambanın içinden dev bir cin süzülerek çıkar, şaşkınlıktan donakalan genç kadına bakarak " Dile benden ne dilersen sahip!" der.




Bu cümle ile hayata geri dönen kadın "Sadece bir tek dilek mi?" diye sorar kısık bir ses ve mahçup bir ifade ile.

"Evet" der cin, kısaca.

Genç kadın başlar düşünmeye, ne dilesem, ne dilesem... Aklına gelen herşeyi enine boyuna düşünmeye çalışır, seçeneklerini sıralayıp hangisinin en önemli olduğunu, tek başına gerçekleştiremeyeceklerinin neler olduğunu ayırdedip, bu tek dilek hakkında onu dilemeyi ister. En çok neyi istediğini düşünür uzun uzun. "Aşk istesem olur ama para da lazım, sağlık ne olacak peki? Onu da unutmamak lazım. Şans istesem o da kumar sayılır. Başarı istersem tek başına onun da çok anlamı yok herhalde. Hayatımda en çok istediğim şey nedir, nedir, nedirrr..."

Yavaş yavaş kararsızlık ve telaştan sinirleri bozulmaya başlayan kadın, dev cinin kollarını kavuşturmuş kendini bekleyen silüetini gördükçe daha da gerilir. Tedirginliği de telaşı da artar. Cin, "Hadi ama!" der gibi bakmaktadır 4 saattir kumların ortasında dilek seçmek için debelenen kadına.

Kadın cinin bakışlarında "Hadi"nin dışında ayrıca "Zavallı kadın, bu kadar insan içinden sen seçiliyorsun. Her ne olursa olsun bir dilek dileme hakkın var ve sen öyle aptalsın ki hayattaki dileğinin, amacının ne olduğunu bile bilmiyorsun!" aşağılamasını da okuyordu artık.

İçinde bulunduğu bu çaresiz ve acınası ruh hali, seçememenin çaresiz ve delirten acabaları kadını o kadar bunalır ki en sonunda "Cehenneme git!" diye bağırarak tüm kuvvetiyle elindeki lambayı cinin kafasına fırlatarak hızla arkasını döner ve oradan uzaklaşır.

Kadın dönüp uzaklaşmaya başladığı sırada arkadan cinin sesi duyulur, "Peki sahip!"

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&


Amannnn be!! Size de olur mu bilmiyorum ama ben o kadar çok ikilemde kalıyorum ki artık kızmaya başladım kendime. Nereye gidelim diye soruyor, bilmiyorum. Ne yiyelim? diyor, bilmiyorum. Ne giysem? diye düşünüyorum, cevabı bir türlü bulup hah tamam bu işte! diyemiyorum. Çok düşünüyorum, çok. E haliyle de içinden çıkamıyorum. Hay lanet!!  Bu sabah mevcut iki programımdan hangisini iptal etsem diye düşünürken deli oldum. Ve düşündüm de lambadan bir cin çıksa o bile kurtarmaz beni...

İşte şimdi konuya dair bir mim oluşturmak istiyorum tam da burada :)

Peki ya siz? Bir lamba cini çıksa karşınıza,
"Dile benden ne dilersen sahip" dese, bir tek dilek hakkınız ve düşünmek için de 1 saatiniz olsa
1)Ne yaparsınız?  
2)Ne dilersiniz?
3)Dileğinizi seçmeniz kolay olur mu?

Cinden değil ama sizlerden bir ricam var, bu mimi yanıtlayan herkesin, yanıt yazılarının linklerini, yazının yorumlarına bırakmasını rica ediyorum. 

Ve yanıtlarlarsa sevineceğim dostlar,

http://herbirenk.blogspot.com/

http://aslisin.blogspot.com/

14 Haziran 2011 Salı

Yak

"Bir sigara yakar mısın bana" derdi durup dururken. İki tane yakar, birini ona verip diğerini kendim içerdim.

İçtiğim sigarayı alırdı bazen de elimden, tek kelime etmeden. Sadece bir eliyle elimi tutup, diğeri ile tuttuğum sigarayı usulca çeker alırdı parmaklarımın arasından. Elim ayağım dolanırdı, eli elime değince. Sigaram dudağına değidiğinde içim ürperirdi...

Bazı şarkılarda müziğin sesini açıp, "Dur, dinle bak..." derdi. Dinlerdim. Aklım başımdan giderdi. İçimden "Her sözü üstümüze yazılmış gibi" derdim, "seviyor beni o da..."

Zaman geçti, hiç "seviyorum" demedi ama hep ima etti, hep bir şekilde belli etti. Ben de mutlu mutlu durdum sevdamın dizinin dibinde.

Derken bir gün kalabalık halde otururken o sırada sigara yakan bir arkadaşımıza " Bana da yak bir tane" dedi. Fena! Başka birinin elinden sigarasını alıp içti. Korkunç! Birileriyle şarkılar dinledi, söyledi, ağladı, güldü. Felaket!

O gün ikisini de bıraktım. Artık hiçbir şeye alışmıyorum; adı sevda olsa bile.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Parkur Maceraları

Günaydınlar :)

Bugün İstanbul'da hava güneşli ( nihayet yaz geliyor mu ne ?). Böyle olunca da sabahın 6'sında gözüme giren güneşle uyanıyor ve bir daha uyuyamıyorum. Akşam zaten bir şişe şarabın dibini görmüş ve çok geç yatmış olunca, sabah güneşine sevdalı olmayı bırak; kan davalı kıvamına geliyor insan. Özetle; fena uykum var benim...

Başlık "Parkur Maceraları". Peki bu parkur ne ola, değil mi? Şimdi bu blogun satırlarını karalayan ben, her gün düzenli olarak 6 km. yürüyorum. Bazen cıvıyıp 5 km. civarında havlu attığım olmuyor değil ama genelde hedefi görmeden bırakmıyorum. Evde tek başına sıkıla sıkıla yürümeyi veya salon ortamında, ter kokan bir sürü bedenin arasında, nefes alamadan "şu zaman geçse de çıksam" diye düşünerek debelenmeyi sevmiyorum. Özgür olmayı seviyor bu insan evladı. Rüzgar geçsin saçlarımın arasından, kuşlar cıvıldasın etrafta, yol üstündeki üç beş kediye laf atıyım da içim şenlensin istiyorum yürürken, çok şey midir? İşte bu durum gereğidir ki İstanbul'un adeta bu iş için yaratılmış en sevdiğim parkında alıyorum soluğu her gün. Alanın 400 metrelik bir bölümü yürüme ve koşu parkuru olarak düzenlenmiş, etrafı ağaçlarla çevrili, serin ve etrafta da bolca sabit kondüsyon aleti yerleştirilmiş bir park burası. Yürümekten sıkıldın kondüsyon aletlerinde seçenek çok, kaytarmak istiyorsun kafeterya da iki adım ötede. Tam benlik yani :)

İşte bu parkın içindeki parkurda hergün bir sürü insana, sohbete, görüntüye, hikayeye rastlıyorum haliyle. Ve her birinden kitap çıkar konulara şahit oluyorum, "şunları aklımda tutayım da bir yerlere yazarım" dediğim yüzlerce malzeme geçti elime bu güne kadar. Yazdım mı? Hayır  :)  Unuttum çoğunu hatta  :)) Ama şimdi artık aklıma geldikçe, yaşadıkça, fırsat buldukça blogumun içine eklemek istiyorum parkur maceralarımı. Dilerim sıkılmaz ve benim yazmaktan aldığım kadar sizler de takip etmekten keyif alırsınız.

İyi haftalar olsun hepimize :)

3 Haziran 2011 Cuma

İkinci Bahar



Yarın bir arkadaşım evleniyor    Ne güzel, ne mutlu, ne heyecanlı.

İlk değil bu. İkinci evliliğine doğru yola çıkıyor. Evleneceği kişi ise çocukluk arkadaşı. İkisi de ilk evliliklerini noktalayalı epey oluyor. Zaman içerisinde birbirleri için yaratıldıklarını nihayet farketmiş olacaklar ki ikinci baharlarına birlikte yol almaya karar vermişler. Gidecek gücüm yok, kendimi çok yorgun ve bitkin hissediyorum ama kalbim onlarla.

Umarım birbirlerini, birbirlerinin istediği gibi severler ve mutlu olurlar. Mutlulukta esas mesele bu sanki; sevgi çok ama istenildiği gibi sevilmek gibisi yok. Hayatımda çok sevildim ama sadece bir tek defa tam da istediğim gibi sevildim. Tüm beklentilerimi karşılayarak, beni bulutlara uçuracak kadar güzel sevdi. Unutmam mümkün değil pespembe bulutların üstünde gülücükler dağıtarak yaşadığım o mutluluk sarhoşluğunu.

Ama sonra ayıldım! Yalanmış meğer, o yüzden o kadar istediğim gibiymiş. Masal tadında olsun isterdim, tam öyleydi. Masalın, çocuklara uyusunlar diye anlatılan gerçekdışı, abartılı ve yalan şeyler olduğunu bilmiyordum, öğrenmiş oldum.

Herneyse, sevgili arkadaşlarım sizler de sevin, sevilin, evlenin, paylaşın, gülün, mutlu olun. Birbirinizi birbirinizin istediği gibi sevin ve gerçek olun.....

2 Haziran 2011 Perşembe

5.-TL

Sizce 5.-TL'ye ne alabilirsiniz?

Bir paket sigara, bir paket makarna, 3 paket hazır çorba, bir kaç rulo tuvalet kağıdı, bir iki tane otobüs bileti, bir paket pirinç, bir gül, yarım kalıp beyaz peynir, 20 kadar yumurta, 5-6 ekmek, bir kaç tane gofret, küçük paket kedi kumu, 5 litre Coca-Cola,  küçük boy diş macunu, 20gr. japon yapıştırıcı, bir paket A4 kağıt...

Ya da,

Faturalı cep telefonu hattınızdan 3430'a mesaj atarak, bir adet akülü sandalyenin 1/480'ini alabilirsiniz. Ve sizin gibi düşünen 479 insan daha birer boş mesaj atarsa, bir ihtiyaç sahibi omurilik felçlisini akülü araba sahibi yapıp, hayata katabilirsiniz.


Kampanya detayları için adres: Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği Kampanya Sayfası



Mim ve Teşekkürler

Bir heyecan ile açtığım bu blogu yalnız bırakmayıp "merhaba" diyen, koşup gelen ve sıcak birer selamı benden esirgemeyen herkese kocaman sevgiler. Bir kaç günde ne güzel şeyler olmuş buralarda :)


Sevgili Öykü kardeş ( bağlantı oldu mu bilmiyorum, becermişimdir umarım :) )

Mim'lemiş beni. İlk mim'im.

"Güne başlamak isteyeceğimiz, tüm gün çalsa dinlemekten bıkmayacağımız parça"yı paylaşmamız gerekiyormuş bu mimin kuralına göre.

İçimi renklendiren, hoplayıp zıplama isteği yaratan, "vay anasını hayat ne güzel" dedirten, acil durumlarda 3-5 defa ardarda dinleyerek kendimi tazelediğim, depresyon aylarımda uyanmak için sesini açtığım bir parçayı paylaşmaya karar verdim.

Pink Martini / Donde estas Yolanda

Güzel di mi? :)

Ama günün her saati müziği olarak bunu da eklemek istiyorum, Vanessa Mae'ye kıyamadım :)

Vanessa Mae / Sabre Dance

Bağlantıları doğru vermiş olduğumu umaraktan isteyen herkesin yanıtlaması dileğiyle sevgiler yolluyorum.

31 Mayıs 2011 Salı

Merhaba

Bu sabah sessizliğime uyandığımda farkettim ki aslında ben cıvıl cıvıl bir  "merhaba" duymak istiyorum.Yürekten gelsin, neşeli bir sabahın erkeninde yüzüme düşen bir güneş ışığı olsun hani hayatıma.

Bir sürü blog gördüm, baktım, okudum, özendim, hatta biraz kıskandım. Ben de sizler gibi paylaşmak, paylaşmak ve paylaşmak istiyorum. Hiç tanımadığım sevdiklerim olsun istiyorum.Tanıyıp da yanıldıklarımı unuttursunlar bana.

Yorgunum,
Üzgünüm,
Mutsuzum,
Hastayım,
Yastayım,
Sorunluyum.

Ama biliyorum, hepsi geçecek. "Hiçbir şey sonsuza dek sürmez" dediler bana. Ve tek dayanağım da o zaten.

Hadi nooolur sizler de sıcacık birer merhaba verin bana, güzel yüzlerinizle gelin yanıma ve varlığınız ile dayanayım hayatın tüm hoyratlığına.

Hadi .......